Banka sayısı artması ve KGF.

Nihayet somutta asıl önemlisi ortak banka sayısının artması ile KGF bütün zamanlarında ulaştığı işlem hacminden daha fazlasını bankaların ortaklığından sonra gerçekleştirmiştir. Öyle ki, 2008 yılı sonuna kadar KGF’den kefalet talebinde bulunan KOBİ sayısı 4 bin 18 adet iken, 2009 yılı ve sonrası başvuran KOBİ sayısı 7 bin 519 oldu. Hükümetin, cari açık baskısının yaratacağı sonuçlar nedeniyle Merkez Bankası ve BDDK üzerinden kredileri daraltıcı politikası KGF üzerinde nasıl bir etki yaratır.
Bu süreçte beklentim bankaların KOBİ’leri kredilendirmede KGF’ye daha çok ihtiyaç duyacak olmaları. Zira, Ali Babacan’ın kredi büyümesine belli bir oran koymasını doğru okumak gerekmekte. Ekonominin olası şoklara karşı reflekslerini ayarlayabilmek için bankaların sermaye yeterliliklerini bozacak şekilde rehavete düşüp risk iştahlarını karlılık için teminatsız krediler ile büyümesini önlemek amaçlandı. Teminat da kredilerin dağılımını ve hacmini belirleyen bir mekanizma Nitekim, kredi sıkılaştırılmasının fiyat istikrarını sağlayan bir mekanizma olmadığı geçmişte görüldü. Geçmişte görülen başka bir gerçek de, bankaların karlılık ve kredi yarışında fiyat yerine, teminatlardan taviz vermeleri sonunda karşılaştıkları akıbetleri. Kredilerin seçici şekilde daha kuvvetli teminatlara yönlendirilmesi ve blok krediler ya da büyük krediler yerine riskin dağıtılmasını sağlayan limitleri minimize edilmiş teminata dayalı kredi politikası arzulanmakta. Dolayısıyla cari açığı besleyen krediler yerine tasarruf yaratan kredi politikaları birlikte düşünüldüğünde KOBİ’lere kullandırılan kredilerin artırılması gerekmekte.
Hatırlanırsa, enflasyonun üçlü hanelere yaklaştığı geçmiş yıllarda bankaların likiditesini düzenlemeye yarayan disponibilite oranları ile birlikte zorunlu karşılık oranlarının yüzde 30’lar seviyelerine yaklaştığı dönemlerde fiyat istikrarına faydaları hep tartışmalı oldu. Zorunlu karşılık oranlarındaki artışlar kredi maliyetleri yoluyla maliyet enflasyonunu tetikledi.
Bugün artık kabul edilmeli ki, Basel kriterleri uygulamasında zorunlu karşılık oranları bankaların kredi hacminin ve likiditesinin tayinini belirleyen temel faktör değil.
Kanımca, zorunlu karşılık ve mevduata ilişkin düzenlemelerin para politikası araçları olduğu gerekçesiyle bankacılık kanunu yerine merkez bankası kanunu ile merkez bankası’nın görev alanına bırakılmış olmasının paradoksal durumu bu tartışmalara yol açmakta.
Bugün uluslararası para piyasalarından herkesin dolaylı dolaysız borçlanma olanağı bulduğu bir serbest ekonomide zorunlu karşılık oranları sadece mevduatın krediye dönüşüm oranını ve maliyetini hesaplamakta kullanılmaktan öte bir işlev göstermekten uzak Ya da hükümetlerin zahmetsiz vergi toplama kaynağı araçlarından biri olabilir ki, karşılığı da bankalar ve şirketler üzerinde maliyet artışı nedeniyle vergi matrahını azaltan etkisi ile vergi kaybı ve bu yönüyle de pek fayda sağlamamakta.